İlk kez Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinde izlenen yeni koronavirus (COVID 2019) salgını, insanlar arasındaki yüksek bulaşma hızı nedeni ile 11 Mart 2020'de Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından küresel bir salgın (pandemi) olarak kabul edilmiştir.

Yeni Corona Virus (COVID 2019) Enfeksiyonu ve Üreme Fonksiyonları Üzerine Etkileri

Nisan 2020

İlk kez Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinde izlenen yeni koronavirus (COVID 2019) salgını, insanlar arasındaki yüksek bulaşma hızı nedeni ile 11 Mart 2020'de Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından küresel bir salgın (pandemi) olarak kabul edilmiştir. Daha önce 2003 yılındaki SARS ve 2012 yılındaki MERS salgınlarında olduğu gibi COVID-2019 enfeksiyonu da esas olarak solunum yollarını etkileyen bir enfeksiyondur. Hastalık solunum yolu ile virusun alınması veya enfekte yüzeylerden direkt temas şeklinde geçiş göstermektedir. 

COVID 2019 virüsü hücre yüzeylerinde asetilkolinesteraz-2 (ACE-2) olarak bilinen yapılara bağlanma eğilimindedir (Resim 1). Virüsün hücrelere girişinde rol oynayan bu yapılar esas olarak akciğerler başta olmak üzere böbrek, kalp, barsak gibi pek çok organda bulunur. Bu nedenle klinik bulguları özellikle akciğerlerde ortaya çıkmaktadır. Ancak solunum yolu şikayetleri yanı sıra hastalarda karın ağrısı, bulantı, kusma ve ishal gibi barsak yakınmaları da görülebilmektedir. Akciğerler dışındaki organların da virüsten etkilenmesi bulaşmada başta damlacık olmak üzere gaita ve idrarın da önemli rol oynadığını göstermiştir.


 
Resim1: COVID 2019 hücre yüzeylerinde ACE-2 reseptörlerine (mor renkli)  bağlanarak hücre içerisine alınmaktadır
 

ACE-2 aynı zamanda testis, endometrium (rahim iç tabakası) ve yumurtalık dokusu gibi üreme organlarında da bulunmaktadır. Ancak şimdiye kadar enfekte olan kişilerin üreme organlarında virüsün genetik yapısına rastlanmamıştır. Enfekte kişilerden sperm ve yumurtalara ya da embriyolara virüsün geçişi de gösterilmemiştir. Dolayısı ile virüsü geçiren kişilerde ileride çocuk sahibi olmak ile ilgili bir sorunun ortaya çıkabileceğine dair de net bir kanıt yoktur. Testiste ACE-2 yapılarının bulunması nedeniyle kişiden kişiye bulaşmada ejakülatın (meni)  ve dolayısı ile cinsel ilişkinin rol oynayıp oynamadığı ise bir diğer tartışma konusudur.

2003 yılında izlenmiş olan SARS virüs enfeksiyonu sonrası bazı erkeklerde testis enfeksiyonu (orşit) geliştiği bildirilmiştir. Ancak, yapılan çalışmalar bu durumun, virüsün kendi enfekte edici etkisinden değil, vücutta ortaya çıkardığı bağışıklık mekanizmasını uyarıcı etkisinden kaynaklandığı ve otoimmün mekanizmanın burada  rol oynadığını göstermiştir. Bununla birlikte enfeksiyonun yaygın olduğu dönemde yüksek ve hızlı bulaş olasılığı nedeni ile gerek tanısal amaçlı, gerekse yardımcı üreme yöntemleri için semen analizi yapılmasının hem hasta için hem de laboratuvar personeli ve toplum sağlığı açısından risk oluşturduğu bilinmekte ve bu süreçte spem analizi yapılması önerilmemektedir.

American Society of Reproductive Medicine (ASRM), European Society of Human Reproduction and Embryology (ESHRE), American Urology Association (AUA) ve European Urology Association (EAU) gibi saygın derneklerin önerileri pandemi döneminde sağlık çalışanlarının sağlık sisteminin aşırı yüklenmesine neden olabilecek acil olmayan tüm işlemleri ertelemeleri gerektiği yönündedir. Bu nedenle tüm bu dernekler elektif cerrahi girişimlerin yanı sıra inseminasyon (aşılama) ve tüp bebek işlemleri ve bunlarla ilişkili semen analizi, TESA, mikro-TESE gibi ürolojik presedürlerin pandemi dönemi süresince durdurulmasını önermişlerdir. Ek olarak bu önerilerin temelinde COVID 2019’un gebelikteki seyri ile ilgili bilgilerimizin yetersiz olması, virüsün anne karnındaki bebeğe geçip geçmediğinin tam olarak bilinememesi ve özellikle gebeliğin ilk üç ayında virüsün bebekte teratojen (anormallik oluşturucu) bir etkiye neden olup olmayacağının bilinmemesi yatmaktadır.

Konuyla ilgili tüm dünyadan ve özellikle Çin’den yapılan vaka bildirimlerinde bu soruların cevapları hala tam olarak verilebilmiş değildir. Anestezi ve cerrahi uygulamaları dahil tüm korunma önlemlerine rağmen COVID 2019 enfeksiyonu taşıyan bir anneden doğan bebeğin doğum sonrası ameliyathane havasını soluması ve olası enfekte partiküllerin solunum yollarına geçişi de bulaşmada rol oynayabilir. Bu nedenle bazı yayınlarda bahsedilen yeni doğan dönemindeki enfeksiyonların kaynağının bu virüs olup olmadığı da halen tartışmalı bir konudur.

Her ne kadar gebeliğin özellikle son 3 ayında annenin solunum sisteminde meydana gelen bazı fizyolojik değişikliklerin etkisi ve anne karnının büyümesi ile beraber akciğer kapasitesinin azalacağı ve gebelikte solunum yolu enfeksiyonlarının daha ağır seyredebileceği düşünülse de şu ana kadarki veriler gebelikte COVID 2019 enfeksiyonunun önceki yıllarda görülen SARS ve MERS salgınlarındaki gibi korkutucu olmadığını göstermektedir. Şu ana kadar dünya çapında 176 gebe kadının COVID 2019 ile enfekte olduğu belgelenmiştir ve maalesef bu rakam her geçen gün artmaktadır. Bunun yanında bizleri rahatlatan bulgu enfekte vakaların %81’inin enfeksiyonu hafif bulgularla atlatıyor olmasıdır. Ne var ki olguların %14’ünde durum ciddi seviyelerde, %5 kadarında ise kritik düzeyde seyredebilmektedir. Şu ana kadar elde edilen veriler küçük vaka grupları şeklinde iletildiğinden yine de bu sonuçlara temkinli yaklaşmak daha doğru olacaktır. Hastalık henüz yeni tanımlanmış bir hastalıktır ve her geçen gün farklı klinik veriler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle hastalığın gelecekteki seyri konusunda karar verebilmek için şu anda elde mevcut olan veriler yeterli değildir.

Prof. Dr. M. Murad BAŞAR*, Doç. Dr. Beril Yüksel**

Memorial Şişli Hastanesi Üroloji* Tüp Bebek ve Üreme Genetiği** Bölümü